Ortadoğu’nun güncel durumu. 900 km’lik Suriye sınırından geriye 20-30 km’lik Hatay-Lazkiye (Esad Suriyesi) noktası kaldı. // (Sınırlar eldeki verilere göre, fazla detaya inmeden çizilmiştir.)
Son zamanlarda dillere pelesenk olmuş bir cümle uçuşuyor havada, dış politikada çuvalladık. Tam olarak çuvalladık mı, teknik olarak buna bir şey diyemem lakin pratiğe baktığımızda sadece yakın çevremizde Suriye, Mısır, Irak, IŞİD tehdidi, Ukrayna, Kırım gibi sorunlar mevcut… Bu yol pek hayra alamet değil!
İyimser olmaktan yanayım ama en kötüsünü hayal etmeyi unutmayarak. Ahmet Davutoğlu’nun, IŞİD’in verdiği güvenceyi halka ‘Konsolosluk güvencemiz altında’ şeklinde sunacak kadar, bir ‘insan’ olarak iyimser olmalı; ama en kötü senaryoya, o konsolosluğun IŞİD tarafından çok kısa zamanda basılacağını bilerek, bir ‘devlet’ olarak hareket etmeyi de unutmamalı.
Çuvalladık mı? Eğer bir çuvallama varsa, -ki güncel durumda, pratikte var- ülkeyi yöneten hükümetin başkanlığında hepimiz çuvalladık. Son aylarda bazı ‘liberal’ yazarların yaptığı gibi bu konuda da ‘çuvallamadık’ güzellemelerine kasmaya gerek yok… Ama, yine son zamanların modalarından biri olan suçlu avcılığına da soyunmadan dış politikayı niye başaramıyoruz, bunu anlamaya gayret etmeli…
Türkiye’nin Arap Baharı süreci ve öncesi ‘parlayan yıldız’ olduğu zamanlarda aslında bugünler göz kırpmaya başlamıştı, cümleten fark edemedik bunu. Türkiye’nin hiçbir zaman devlet-insan ayrımını ve görevlerini becerememiş bir varlık olduğunu unuttuk ve güzel 3-5 güne kandık aslında. Gururumuz okşandı, hoşgörümüz arttı, abiliğimizle sırtımız sıvazlandı. Çünkü bizim gibi iyi insanlardan oluşan ve tüm dünyanın her daim iyiliğini isteyen bir devletti Türkiye! Aksi düşünül(e)medi… Evet, 1915’te bu toprağın ruhunun bir parçasını kendi ellerimizle koparmamıza rağmen, 1955’te komşumuzu bir adaya rehin almamıza rağmen, 1980’de 17’sinde genci gönül rahatlığıyla asmamıza rağmen, on yıllar boyunca kardeşleri toprak uğruna savaştırıp bundan kıvanç duymamıza rağmen biz Türk’üyle, Kürd’üyle, Lazı’yla, Çerkez’iyle, Ermeni’siyle hepimiz iyiydik. Çok iyiydik biz! Bence sorun burada. Aslında hepimiz birbirimizin düşmanıydık. Fark edemedik.
Her devlet, az yahut çok, kendi tarihine güzellemelerle dünya tarihini anlatır. Eyvallah. Lakin bizim tarihimiz bunda tanrısallığa oynamış. Hatasız, bir hatanın olduğu iddia dahi edilemez bir tarihe sahibiz! II.Abdülhamit’in 1890’da Fransa’ya bir piyesten ötürü verdiği ültimatomla haz duyar hale gelmiş, gücümüzü kimsenin test edemeyeceğini göstermişiz her defasında. Böyle basit olaylarla güçlülükten bahseden, bahsettikçe acizleşen bir millet olmuşuz. Bunu idrak edememişiz, edemiyoruz halen. Fransa’da piyesi durdurtmakla övünedururken, 19. yüzyılda yaşanan şu olaylara da bi’ göz atmalı mesela:
– Rusya, Kırım’ı ilhak etmiş. Sonra Boğdan’a (Moldova-kuzey Romanya) ‘asayiş’i sağlamak açısından bakıp-çıkmaya karar vermiş. Bunun üzerine Osmanlı adına Fransa ve İngiltere, Rusya’ya savaş açmış ve kağıt üzerinde Osmanlı’nın da olduğu, tarihe 1.dünya savaşının provası olarak geçen Kırım Savaşı vuku bulmuş. (1853-1856)
– Tam o sırada, bir süre önce Mora’da kurulan Yunanistan, Selanik’e doğru ilerleyişe geçmiş. Fransa, Tesalya’ya girip Yunan yayılmasını bastırmış.
– Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı’ya ‘başkaldırıp’ Kütahya’ya kadar askerleriyle gelmiş. Rusya, Kütahya’da valiyi durdurmuş. (1833)
– Ruslar, İstanbul için Ayastefanos’a kadar gelmiş ve son anda İngilizlerin devreye girmesiyle burada anlaşmaya zorlanmış. Ayastefanos bugün Yeşilköy. Yani Atatürk Havalimanı! (1878)
Örneklerle boğmaya gerek yok konuyu. Sembolleri çoğaltıp mevzunun özünden ayrılmamalı. Malum, hakikatten ziyade sembollere önem veren bir karakteri var bu toprağın insanının… Özetle, dış politikada çuvallamamamız için piyese verilen ilginin çok daha fazlasını yukarıda sıraladığım örnekler hak ediyor kanımca. Devletin, benzer hataları defalarca ilk kez gibi tekrarlamasını, yeni bir sorun karşısında taktiksiz kalmasını belki engeller, tarihi daha gerçek okuyabilmek. Yoksa, dillere destan 900 km’lik Suriye sınırından geriye 20-30 km’lik Hatay-Lazkiye noktası kalır ve bundan haberimiz dahi olmaz.
Dolayısıyla, dış politikadaki stratejik sığlıkta hepimizin bir payı var!