Zorba the Greek

Sinema Kenti‘nden

Nikos Kazancakis’in 1940’larda kaleminden çıkan Zorba’dan uyarlanarak çekilen film, her çağın sorunu olan farklılıkları dışlamayı, özgürlüğü, birlikteliği, hayatı beyaz perdeye yansıtıyor. Film, basit bir şekilde “İnsan özgür müdür?” sorusuna cevap aratmıyor. İnsanın doğasını, günümüz tabiriyle hayatının ‘mahalle baskısını’ gözler önüne seriyor. Özgür olabilmek mümkün değilse, acı’lar değişmiyorsa eğer, hayatı yaşamak gerektiğini anlatıyor. Felsefesini. Sirtaki yapmak…

Filmin başrollerinde Alexis Zorba (Anthony Quinn) ve Basil (Alan Bates) var. Yaşadıklarından edindiği derslerle hayatını basitçe devam ettiren, neşeli ihtiyar Zorba, Atina limanında Girit’e baba mirası maden ocağını işletmeye giden genç, utangaç yazar Basil’in peşine takılır. Basil aslında maden ocağı bahanesiyle, yalnız ve sakin, yeni bir hayata kapı açmıştır fırtınalı Girit yolculuğuyla. Girit’in, dışarıdan mütevazi, içeriden ise ‘Yalan Rüzgarı’ yaşamı olan, aslında tipik Ege kasabası diyebileceğimiz küçük bir kasabasında geçiyor hikaye. Kasabalının tavrını izledikçe insanın özgür olamayacağı vuruluyor yüze. ‘Dul’ olmak ya da ‘yabancı’ olmak veya ‘zengin’ olmak. Küçük Ege kasabasında dedikodu ok’una tahta olmak için yerinde sebepler. Irene Papas’ın anlattığı dul kadın, tüm erkeklerin elde etmek istediği ama edemediği için de düşmanca tavır sergilediği ‘dışlanmış’ biri. Madame Hortense ise “Bu Giritliler! O kadar kıymet bilmezler ki…” diyecek kadar dertli ve yaşlı bir kadın…

Filmin, ‘acı’ olarak en etkileyici sahnesi ise Noel ayini sırasında Kilise bahçesinde dul kadının recm edilircesine taşlanması. Ve taşlamanın sonunda bir Ege yiğidi çıkar tutar kadının saçından ve boynuna bir çizik atar efe bıçağıyla… Fransız Hortense’ın ölüm döşeğinde olduğunu öğrenen kasabalılar, eve ‘üşüşür’ ve “Devlet bu yabancının mallarına el koymadan biz alalım. Biz daha fakiriz.” düşüncesiyle birkaç saatte ev boşaltılır. Tutuculuğun had safhası da burada karşımıza çıkıyor. Hortense Katolik’tir ve Ortodoks papaz cenazesini kaldırmaz onun. Bu yaşananlara film boyunca Zorba basit ama anlamlı sözleriyle dokundurmalarda bulunuyor. Devlet’i için savaştığını anlattığı bir sahnede Zorba, “Öldürdüm, köyleri yaktım, kadınların ırzına geçtim. Peki neden? Türk oldukları için. İşte o kadar aptalmışım. Şimdi herhangi birine ‘iyi biri’ ya da ‘kötü biri’ diyorum. Yunanlı ya da Türk olmasından banane. Hepimizin sonu aynı ne de olsa, kurtlara yem.”

Acıyı unutmak için dans ediyor Zorba. Dans denildiği anda yüzünde bir haz beliriyor. Ve hissettiriyor insana, o içinden çıkılmaz halini. Böylece Mikis Theodorakis’in müziğiyle birlikte Zorba’nın dansı filmin en unutulmaz sahnelerinden biri oluyor. Bir hareketlilik geliyor izleyene de, Zorba sirtaki yaparken.

Michael Cacoyannis’in 1964 yapımı Zorba filmi, Antik Yunanvari bir yaklaşımla bilgelikte basit bir yaşam olduğunu gösteriyor bize. Sokrates’in sözü gibi “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.”. Ve acıya üzülmenin faydası olmadığı, dans etmenin delilik değil, acıyı hafifletmek olduğunu anlatıyor.

Fatih